Bugün de; Yarın tarih olacak. Tarih her zaman sıkıcı değildir.

FİKİR KENTİ - Son Durum...

25 Şubat 2008 Pazartesi

AVRUPA'NIN BÖLÜNMESİ

İmparator Alexius ve Antiokya (Antakya) Kuşatması
1097, Bizans İmparatorluğu

Avrupa'da hem politik, hem de dinsel olarak bir güç bölünmesi yaşanıyordu. Dokuz yüz yıllık tarihinde Roma İmparatorluğu'nun doğusu ve batısı arasındaki fark çok belirgindi ve ayrılması doğaldı. O zamanlar Batı'da Bizans İmparatorluğu pek önemli görülmüyordu. Asillerin ve baştakilerin günlük yaşamları ise merak ediliyordu.

İznik Konsülünün aldığı kararlar bile Hıristiyanların çıkarlarından daha az önemliydi. Hükümetler bölünmüş olsa bile Büyük Roma İmparatorluğu'ndaki yerlerini hatırlıyorlardı. Bu öyle güçlü bir imajdı ki, bin yıl sonra bile Avusturya monarşisi kıskançlığını sürdürecekti. Yunanca konuşan ve kendilerine Rhomaio, imparatorluklarına Romania diyen vatandaşlar da vardı. Avrupa'yı bölen din değildi, Konstantinopol'de tahta çıkan imparator Alexius'du.

İslam orduları Suriye'yi ve Balkanların çoğunu fethettiğinde Bizans'ın vergi geliri de hayli düştü. Sonuç olarak imparator gelirlerini artırmanın yollarını aradı. Birçok çabasından biri de Roma'daki Papa'yı yardıma çağırmak oldu. Uydurulan bahane de kutsal toprakları özgürleştirmekti.

Papa'nın ise bir sorunu vardı. Pek çok işsiz asker etrafta başı boş dolanıyordu. Alexius'dan yardım isteyen bir mektup alınca, Tanrı'nın iki soruna birden bir çözüm gönderdiğine inandı. Papa Urban kutsal toprakları kurtarmak için yapılacak bir haçlı seferi için çağrıda bulunmaya başladı. İşsiz ve sabırsız askerler, topraktan yeterince kazanamayan çiftçiler ve onur kazanmak isteyen soylular ya da evlerinde sıkılanlar söz verilen cennet mekanlarını kazanmak için orduya katıldı.

Alexius birkaç bin adam beklerken binlerce şövalye ve askerin çağrısına yanıt verip Konstantinopol'e gelmekte olduğunu öğrendi. Bu kadar çok insanı kendi şehrinde barındıramazdı Alexius. Ayrıca gelenlerin, ülkesinden arta kalanı elinden alma ihtimali de yüksekti. Gelenlerin çoğunun burnu büyük, şiddet düşkünü ve aynı zamanda cahil olması da durumu zorlaştırıyordu. Zaten bir yüzyıl sonra bu korkulan da gerçekleşecekti. Konstantinopol Osmanlı Türklerine geçtiğinde nüfus yüzde altmış azalmış olacaktı.

Bizans İmparatoru bir çözüm buldu. Haçlı ordusu ulaştığında askerler ona bağlılık yemini etmeden kimseyi içeri almayacağını açıkladı. Bu aynı zamanda fethettikleri toprakların da ona ait olması anlamına geliyordu. Bu, iyi güzeldi de, bağlılık ilan edilen lordun da sorumlulukları vardır. En önemlisi de yardım ve koruma sağlamalıydı. Batı krallıklarında bu çoğu zaman yakalanan bir şövalye için gerekli fidyeyi ödeyip onu kurtarmak anlamına gelirdi. Bu, bütün şövalyelerin hatta düşmanların bile birbirini tanıdığı küçük Batı krallıklarında uygulanan bir yöntemdi. Ama Alexius, güçten düşmüş olsa da büyük bir imparatorluğun başındaydı. Büyük bir ihtimalle o zamanlarda Konstantinopol'de Paris'tekinden çok insan yaşıyordu.

Alexius yeni "kullarım" apar topar savaşa gönderdi ve birkaç ay içinde bu ordu bir Selçuklu Türk birliğini yendi, Antiokia'yı'u (Antakya) kuşattı. Kuşatma uzun sürdü, bu da Selçuklulara yeni bir ordu kurmak için zaman kazandırdı. Haçlılar Alexius'un zamanında gönderdiği erzak sayesinde kuşatmayı başarıyla sonuçlandırdı. Ama birkaç ay sonra bu kez Selçuklu ordusu Antioch'u kuşattı. Ancak Selçuklular surları aşamadı ama bir süre sonra yeni bir ordu daha oluşturdular.

Batı'da beklendiği gibi Haçlılar bağlılık yemini ettikleri lordun gelip kendilerini kurtarmasını beklediler. Alexius'un ise sadece bir ordusu vardı. Hem Konstantinopol'ü korumak, hem de işgale karşı savaşmak gibi iki işlevi vardı ordunun. Alexius'un kullarına yardım etmesi gereken bir tanrı gibi mi, yoksa ülkesini koruması gereken bir imparator gibi mi davranacağına karar vermesi gerekiyordu. Antioch'a ilerlerse hızlı ve kayıpsız bir zafer kazanması gerekirdi, çünkü ordusu zarar görürse Konstantinopol'ü savunacak kimse kalmayacaktı. Oraya kadar gidip de başaramazsa geri dönüşü, telafisi yoktu. Türkler koruma sözü verdiği milyonlarca insana ulaşacaktı.

Karar Romalı stratejisine uyuyordu. Ordusu bir garanti olarak duracaktı ve haçlıları kendi imkanlarıyla bırakacaktı. Onların sadece lordu olmuştu ve imparatorluğu daha önce gelirdi. Haçlılar bunu bir ihanet olarak gördü ve çok sinirlendi. Ama öfke önemsiz bir tepkiydi. Bir ay sonra büyük bir sürpriz yaparak, haçlı ordusu Antioch'dan kaçmayı başardı. Bu kaçışın ardından moral bulan askerler başka şehirleri ele geçirdiler. Alexius'a verdikleri bağlılık sözünden Alexius'un ihaneti dolayısıyla kurtulmuşlardı. Artık kendi krallarının emirlerine uymaya karar verdiler. Bu haçlılar artık kahraman olmuştu. Batı Avrupa'ya döndüler ve Alexius'un onursuzluğundan ve iki yüzlülüğünden bahsettiler.

Alexius'un korumayı seçtiği şehir sakinlerinden biri olsaydınız doğru kararı verdiğini düşünürdünüz. Haçlılar zaten güçsüzleştiği ve onlardan umut kesildiği için askeri açıdan da doğru karar buydu. Ancak Batı dünyasının soylularını yardıma ihtiyaçları olduğunda yalnız bırakmakla iki Avrupa'yı birbirinden ayırdı ve bu ayrım hala devam ediyor.

Zaten çabaları da başkenti kurtarmak için yeterli olmadı. Alexius'un aldığı bu karar yüzünden Bizans'ın düşmanları olduğu fikriyle büyüyen bir sonraki nesil, Konstantinopol'ü Hıristiyan dünyasının bir parçası olarak görmedi. Şehir 1453'te de Türklerin eline geçti.

(ALINTIDIR.)

19 Şubat 2008 Salı

Türk Bayrağının Hikayesi ve Oluşumu...



Bayrak sözcüğünün aslı, "batrak"tır. Batıraktan yani batırmaktan gelir. Eski Türkler'de toprağa saplanan, "batırılan" mızrağın üzerine hanedanlığı temsil eden renklerde kumaşlar, ipler vb. asılırdı. Mızrağın ucuna da altın veya değerli madenlerden kurt başı gibi kağanlık alameti takılırdı. "Toprağa batırılan mızrak" anlamındaki bayrak sözcüğü, zamanla " dalgalanan milli simge" ye kaymıştır. Osmanlı Devleti'nden önceki Anadolu Türk devletlerinde kullanılan bayrak renk ve sembolleri hakkında yeterli bir bilgi yoktur.Türk Bayrağı'nı ilk olarak Anadolu Selçuklu hükümdarı Gıyaseddin Mes'üd tarafından Osman Bey'e gönderilen ak renkli sancak olarak görürüz.15. yüzyıldan sonra al bayrak, Yavuz Sultan Selim dönemindeki Çaldıran Savaşı'nda ise yeşil bayrak kullanılmaya başlanmıştır.Türk Bayrağı'na en yakın şekil ise III. Selim döneminde rastlanır.Bu bayrakta hilal ile birlikte sekiz köşeli yıldız kullanılmıştır. Yıldızın beş köşeli halinde kullanılması ise 1842 yılında Abdülmecit dönemine denk gelir.Saltanatın kaldırılması üzerine 29 Mayıs 1936 tarihinde çıkartılan 2994 sayili kanunla Türk Bayrağı'nın şekli ve ölçüleri kesin bir şekilde tesbit edilmiştir.28 Temmuz 1937 tarihli 27175 sayili Türk Bayrağı nizamnamesi kararnamesi ile de Türk Bayrağı'nın kullanılışı düzenlenmiştir.

Türkiye bayrağının sembolik anlamı için pekçok teori ileri sürülmüştür.

  • Bir görüşe göre, Türk Bayrağındaki hilal "İslamiyeti"; yıldız ise "Türklüğü" temsil eder. Kırmızı renk ise toprağa karışan "kan"ı temsil etmektedir.
  • Başka bir görüşe göre, Ay-yıldız Orta Asya'dan gelen "Türklüğü", kırmızı zemin ise "vatanı" temsil etmektedir.
  • Başka bir görüşe göre; Osmanlı devleti bayrağının değiştirilmiş bir versiyonudur.
  • Başka bir görüşe göre; yarım ay "yenilenme" yi, yıldız "Türklüğü" temsil etmektedir.
  • Başka bir görüşe göre; yarım ay "Allah" ı, yıldız "İslam dininin peygamberini" temsil etmektedir.
  • Başka bir görüşe göre yıldız "demokrasi" eşitlik ve özgürlüğü, hilal "İslam"ı simgeler.

  • Başka bir görüşe göre savaşta ölen askerlerin kanına yansıyan ay ve yıldızın ışığının yansımasından oluşan görüntüyü temsil etmektedir.
  • (Bilinen efsaneye göre, 1. Kosova Savaşı sonrasında; Türk askerlerin kanının bir çukurda toplanması sonucunda; Ay ve Yıldız'ın yan yana gelmesi ile oluştuğu söylenmektedir. Yapılan tüm varsayımlar arasında, 1. Kosova Savaşı'nın sebep olması en büyük imkanlardan biridir, lakin bu savaş tarihinin akşamında gökyüzünde Jüpiter ve Ay yan yana nadir anlarından birini yaşamıştır. Bu savaş sonunda ele geçirilen bir Sırp askeri, dönemin padişahı Murat Hüdavendigar'a Sırp savaş planlarını vereceği taahhütü ile yaklaşmış; hançeri ile Osmanlı İmparatorluğu galibiyeti ile sonuçlanan savaş sonrasında şehit edilmiştir. Yerine büyük oğlu Yıldırım Beyazıt geçmiştir.)

8 Şubat 2008 Cuma

Yeraltı Heykel Ordusu - Terracotta Army (Çin)

Dünyanın en ilgi çekici imparator mezarı olarak kabul edilen, yaklaşık 2 bin yıl önce Çin tarihinin en önemli kişiliklerinden biri olan İmparator Qin Shihuang tarafından inşa ettirilmiş olan ve Dünyanın 8. Harikası olarak tanımlanan müzenin diğer adı imparatorun ismini taşıyan Qin Shihuang Mezarlığıdır.











Mezarı yaptıran Qin (M.Ö 259-M.Ö 210), Çin feodal toplumunun ilk imparatoruydu. Çin'i birleştiren ilk hükümdar olan Shihuang döneminde Çin siyasal güçlenme aşamasına başlamıştır.

O zamanlar imparatorlar kendileri için lüks mezarlar hazırladıklarından, Qing Shi huang da daha 13 yaşındayken, tahta çıkar çıkmaz hemen mezarını hazırlamaya başladı. Başlangıçta yüksekliği 120 metre, genişliği de 500 metre olan bu mezarın günümüzdeki yüksekliği 76 metre genişliği de 100 metreye kadar indi. Tarihi kayıtlara göre, yaklaşık 20 milyon nüfuslu Qing İmparatorluğu'nda 700 bin kişi bu mezarın inşasında çalıştı.

(Devamı ve Geniş Bilgi Burada)


TARİHTEN İLGİNÇ GERÇEKLER : Kral Henry,Papa ve Anglikan Kilisesi

KRAL HENRY VE KİLİSE
Papa VIII. Henry'yi Bağışlamayı Reddeder
1533, Roma ve İngiltere

Papanın bağışlamaları, Tanrının kanunlarına karşı gelen insanları affetmenin bir yoludur ve sık sık gerçekleşmemesi gerekir.

Ancak Katolik Kilisesi standartlarını çok yüksek tutamamıştı. O çağda papaların metresleri, gayri meşru çocukları oluyordu. Bu şartlar altında bağışlanma kağıtları Vatikan hazinesine yapılan bağışlarla kolaylıkla elde edilebiliyordu.

1503 yılında İspanyol Ferdinand kız kardeşi Katherine'in 11 yaşındaki İngiltere Prensi Henry ile evlenmesi için Papa II. Julius'dan izin istedi. Bir bağışlama gerekiyordu çünkü Katherine zaten Henry'nin ağabeyiyle evliydi ancak kocası ölmüştü. Papa ise Hıristiyanlığın bir adamın kardeşinin karısıyla evlenmesini yasakladığını ve bu tür birleşmelerin Tanrının onlara çocuk vermemesiyle lanetleneceğini açıkladı.

Ama Papaya müttefiklik sözü verilip büyük bir çeyiz sunulunca -bu çeyiz doğrudan Papanın sandıklarına gitmişti- Papa bağışlamayı kabul etmişti. İngiltere'nin gelecekteki kralı Henry Tudor iki yıl sonra kendinden beş buçuk yaş büyük Aragon'lu Katherine ile evlendi.

İspanya, İngiltere ve Roma bu evliliği pek ciddiye almadı ve elde ettikleri maddi kazanımlarla ilgilendi. Düğün ise planlanandan dört yıl sonra 11 Haziran 1509'da gerçekleşti. Henry düğünden iki ay önce İngiltere kralı olarak taç giydi. Genç çift için her şey toz pembe görünüyordu.

Henry iyi bir kraldı. Bir sanatçı, sporcu ve bilgili bir adamdı. İhtiraslı, yaşama sevinciyle dolu, kendinden önce gelen krallar kadar iyiydi. Katherine ise tutkulu bir şekilde onu yaptıklarında destekliyordu. Öyle ki, verimlilik simgesi olan narı kendi sembolü olarak kullanıyordu. 1518'e kadar altı kez hamile kalmış ve üç kız, üç erkek doğurmuştu. Ne yazık ki, bunlardan sadece bir kız hayatta kalmıştı. Bu kızın adı Mary idi.

Arkasından gelen bir oğlunun olmaması Henry'nin hoşuna gitmemişti. Ayrıca kendinden beş yaş büyük olan, hem de altı doğumdan sonra iyice yaşlı görünmeye başlayan bir kadınla evli olmak da onu sıkıyordu. Çirkinleşmiş ve kendini iyice dine vermişti Katherine. Genç ve tutkulu Henry'nin yüzünü bir arayış içinde genç kadınlara dönmesi kaçınılmazdı, başka bir seçeneği yoktu. Çünkü halkına bir prens borçluydu.

Henry'nin ilgisi sarayda Anne Boleyn adıyla bilinen bir genç kadına yönelmişti. Henry bu kadını "bir meleğin ruhuna sahip, tahta yakışan bir genç hanım" olarak tanımlıyordu. Ama Anne hırslı bir kadındı ve kralın metreslerinden biri olmaya hiç niyeti yoktu. Anne kraliçe olmak istiyordu, Henry de taht için erkek varisler. Bu kusursuz bir eşleşmeydi. Ancak bir sorun vardı, Henry hala Katherine ile evliydi ve Katherine'in Henry'yi bırakmaya hiç niyeti yoktu.

Sorun değil, diye düşündü Kral.

Kralın danışmanlarından biri olan Kardinal Wolsey hernen yeni papa Clement'e bir başvuru yaptı. Henry'nin Katherine ile olan evliliği geçersiz sayılmalıydı, çünkü ilk bağışlama hatalıydı! Bu "hata"nın düzeltilmesi Katherine'in kızı Mary'nin de tahtın varisi olmadığı anlamına gelecekti. Çünkü geçersiz bir evlilikten doğan bir çocuk muamelesi görecekti.

Katherine'in ajanları ve ailesi çoktan Vatikan'la bağlantı kurup kralın bu bağışlamayı sadece kişisel zevkleri için, ona layık olmayan bir kadınla beraber olmak için istediğini açıklamıştı. Wolsey ise olaya, tahta bir erkek varisin gerekliliği, Anne Boleyn'in erdemleri ve Katherine'in hastalığı yüzünden krala karşı olan karılık görevlerini yerine getiremediğinden bahsederek yaklaşmıştı.

Konuşmalar, anlaşmalar uzadı ve tüm Avrupa'yı politika, maliye ve sosyal çatışmalar açısından karıştıracak hale geldi. Bunlarda Anne'in reformcu inançlarının da etkisi büyüktü. Anne ile ilgili haberler İspanyol elçileri tarafından hemen Roma'ya uçuruldu. Katherine'in kraliçe olarak kalması onlar için gerekliydi.

Bir süre sonra Henry'nin sabrı taştı. Roma, İngiltere ile olduğu kadar İspanya ile de arasını iyi tutmaya çalışıyordu. Esas sorun Clement'in kendinden önceki bir papanın aldığı kararı bozmak istememesiydi.

Anne'in acele ettirmesiyle ve taht için gerekli bir erkek varis beklentisinin verdiği tutkuyla sonunda Roma ile giriştiği tüm görüşmeleri kesti ve yeni bir kilise kurdu. Anglikan Kilisesi. Hemen kendisini kilisenin başı ilan etti, Anne ile evlendi ve ilk evliliğini geçersiz ilan etti.

Henry aforoz edildi ancak bu çok umurunda değildi çünkü artık kendi kilisesi vardı ve istediğini yaptırabilirdi.

Anglikan kilisesinin ömrü Anne Boleyn ile yaptığı evliliğin ömründen daha uzun sürdü. Anne 19 Mayıs 1536'da idam edildi ve böylece Henry serbest kaldı. Henry ile aşağı yukarı üç buçuk yıl evli kalmışlardı. Ardında sadece bir kız evlat bıraktı. Erkek varis doğuramamıştı. Papanın aforoz etmeden birkaç yıl önce "İnancın Savunucusu" unvanını verdiği Henry'nin Anne Boleyn'le evlenme fikri tarihin büyük fiyaskolarından biri oldu.

(Alıntıdır)