FİKİR KENTİ - Son Durum...
31 Aralık 2007 Pazartesi
25 Aralık 2007 Salı
Atatürk Hakkında bilgiler..
1."ATA" LAFINI SEVMEZDI"
Ataturk" hitabini ilk kez donemin Turk Dil Kurumu Baskani bir konusmasinda kullanmis, Mustafa Kemal de cok begenerek soyadi olarak almisti. Kendisine "Ata" diye hitap edilmesinden hic hoslanmazdi.
2.EN SEVDIGI YEMEK
Manastir Askeri Lisesi yillarindan kalan bir aliskanlikla hayati boyunca en sevdigi yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldi. Tatliya duskun degildi ama cani istediginde cok sevdigi gul recelini tercih ederdi.
3.EN BUYUK HAYALI DUNYA TURUNA CIKMAKTI
Omru yetseydi bir dunya turuna cikip Turk dili ve tarihi uzerindeki calismalarini genisletmek en buyuk hayaliydi.
4.BASUCU KITABI "CALIKUSU" YDU.
Binlerce kitabi vardi. Ama bunlarin arasinda bir tanesini hayati boyunca hatta cephede bile basucundan ayirmadi. Resat Nuri Guntekin'in unlu "Calikusu" romanini hep yaninda tasir, her gun rastgele bir yerinden acar, birkac sayfa okurdu.
5.KABUL SALONUNDAKI AT YAVRUSU
Atlardan sonra en sevdigi hayvan kopekti. "Fox" adini verdigi kopegi, Gazi`nin yataginin ayak ucunda uyurdu. Hayvanlara duskunlugu o dereceydi ki bir gun misafirlerinin de gorebilmesi icin yeni dogmus bir tayla annesinin Cankaya Kosku kabul salonuna getirilmesini bile emretmisti.
6.TAM BIR SALON ADAMI
En sevdigi dans valsti. Muzik zevki cesitlilik gosteriyordu. Klasik Bati muzigi disinda Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.
7.GOMLEKLERININ TUMU BEYAZDI
Gomleklerinin hepsi beyazdi. Bu gomlekler ilk yillarda Isvicre`de ozel olarak dikilirken sonra yerli mali kullanma kampanyasina onculuk edebilmek icin Beyoglu`nda bir terziye diktirilmeye baslanmisti.
8.DOLABINDA LACIVERTE YER YOKTU
Takim elbiselerinin tasarimlarini hep kendisi cizerdi. Lacivert takim giymeyi sevmezdi.
9.OLCULERI
Boyu 1.74 idi. Hayatinin son donemlerine kadar 76 olan kilosu hastaliginin ilerlemeye baslamasiyla 46'ya kadar dusmustu. 43 numara siyah rugan ayakkabi giyerdi.
10.RUMELI SIVESI
Ozenli ve temiz bir Turkce konusurdu. Ancak bazi kelimeleri Rumeli sivesiyle telaffuz ederdi.
11.HAZIN BIR HIKAYE
Hayatinda bir donem cok onemli yer tutan Mustafa Kemal`in evlenmesinden sonra hayatina trajik bir sekilde son veren Fikriye Hanim`in mezarinin nerede oldugu bilinmiyor.
12.CUMHURBASKANLIGINDAN SIKILIYORDU.
Hayatinin cogunu gecirdigi savas cephelerinden sonra Cumhurbaskani olarak gecirdigi yillar ona bir tecrit yasantisi gibi geliyor, cok sevdigi halkindan ve sade bir vatandas yasamindan uzaklastigini dusunuyordu.
13.PAPA`NIN TEMSILCISINE ELBISE
Kiyafet Kanunu cercevesinde tum din adamlarinin dini kiyafetleriyle sokaga cikmalari yasaklaninca, Monsenyor Roncalli`ye kendi terzisi Kemal Milasli eliyle bir koleksiyon hazirlatti.
14.KENDISI TIRAS OLMAZDI.
Sabah kahvaltilariyla arasi hic hos degildi. Yataktan kalkar kalkmaz odasindaki divanin uzerine bagdas kurarak oturur, gunun ilk kahvesini sigarasini icerdi. Bir ozelligi de kendi kendine tiras olmamasiydi.
15.DUZEN TAKINTISI VARDI
Evinde, cevresinde hatta konuk oldugu evlerde bile egri duran esyalari duzeltmeden rahat edemezdi.
16.HOSGORULU LIDER
Koylunun birinin gazete kagidina sardigi tutunu icmeye calisirken eli yanmis,"Alin bunu kendi icsin" diyerek Ataturk`e kufretmisti. Mahkemeye cikarilacakti. Ataturk olayi dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceginize dogru durust sigara icmesini temin edin" dedi.
17.SIGARA PAZARLIGI
Hastaliginin baslangicinda kendisini muayene eden Dr.Fissinger gunde kac paket sigara ictigini sormus, Ataturk "sekiz" demisti. Doktor bunu gunde bir pakete indirmesi gerektigini soyleyince gulumseyerek cevap vermisti: "Ben zaten bir paket iciyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacagim".
18."BU NASIL HALKCILIK?"
Bir sabah milletvekilleri ile trene binmisti.Konduktorun milletvekillerinden bilet parasi almamasina sasirmis nedenini sormustu. Trenin milletvekillerine bedava oldugunu ogrenince epey sinirlenmis, "Ne de guzel halkcilik ama" demisti.
19."LAIKLIK ADAM OLMAKTIR!"
Ilk mecliste bir oturum sirasinda uyelerden biri laikligin ne manaya geldigini anlamadigini soyleyince Gazi cok sinirlenmis ve elini kursuye vurarak bir din bilgini olan uyeye cevap vermisti: "Adam olmak demektir hocam, adam olmak!"
20.KURBANLARI BAGISLARDI
Gittigi yurt gezilerinde kendisi icin kurban edilen hayvanlara bakamaz boyle durumlarda sirtini doner ya da kesilmelerini engellerdi.
21.YABANCI DILE MERAKI
Askeri lisede ogrenmeye basladigi Fransizca'yi sonraki yillarda gelistirdi. Zengin bir kelime bilgisi vardi. Konusurken araya Fransizca sozcukler de eklerdi.
22.FASULYESINE POKER
Kumardan hoslanmaz ama arkadaslariyla fasulyesine poker oynardi. Oyun sonunda kazandiklarini iade ederdi.
23.KAN GORMEYE DAYANAMAZDI
Cephelerde dusmanla gogus goguse savasmis biri olarak en ilginc ozelligi savas meydanlari disinda kan gorunce fenalasmasiydi.
24.KULAKLARI DUYAN TEK KISI.
Fransiz tarihcisi Herriot Ankara`ya geldiginde Gazi`nin kulaklarinin duyuyor olmasina sasirmis anilarinda bunu espirili bir dille anlatmisti: " T.C`de bir tane kulaklari duyan kisi var onu da Cumhurbaskani yapmislar".
26.BILARDO VE YUZME
Sportmen kisiligi vardi. Her gun at biner , yuzmeye gider ve bilardo oynardi.
27.EN BASARILI DERS.
Egitim hayati boyunca en basarili dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi hayati boyunca surdu.
28.YAGCILARA GECIT YOK
Yagcila cok kizardi Bir aksam sofrasida kendisine gereksiz sekilde iltifat eden Abdulhak Hamit`e mudahale etti.
29.SON YILBASI GECESI
1937`yi 1938`e baglayan son yilbasi gecesini Disisleri Bakani Tevfik Rustu Aras ile bas basa gecirmisti. O gece dolabindaki bazi elbiseleri bakana hediye etmisti.
30.KOSKTEKI GUVERCINLIK
Kuslari cok severdi. Cankaya Kosku`nde ozel bir bakicinin ilgilendigi guvercinligi vardi.
22 Aralık 2007 Cumartesi
Mısır Pramid 'leri kaçırılmış... !!!
Aslında Mizah bloğumda yayınlanacak bir video.
16 Aralık 2007 Pazar
Osmanlıya yapılan iftiraların sebebi ... (Mehmet Oruç, 27-28 Kasım 2007)
Öğrencilik yıllarımdan beri hep bu sorunun cevabını aradım. Sonunda buldum. Sorunun cevabını zamanın Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel, Osmanlı'nın 700. Yıl kutlamaları münasebetiyle 4-8 Ekim 1999 tarihleri arasında yapılan XIII. Türk Tarih Kongresinde veriyordu. Sayın Demirel yıllardır merak ettiğim sorunun cevabını özetle şöyle veriyordu:
"Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Osmanlı kötülendi. Bunun bir sebebi vardı. Din kuralları ile idare edilen bir devletin yerine, Batı hukukunun esas alındığı Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. Yeni devleti oturtmak, sağlamlaştırmak için böyle yapılmak mecburiyeti vardı. Artık Cumhuriyet oturdu. Tehlike kalmadı. Hala Osmanlıyı kötülemeye devam etmenin bir manası kalmadı. Bunun kimseye faydası yok... "
"Hâşâ sümme hâşâ!"
Bu cevaba paralel bir hadiseyi de haneden mensubu rahmetli Fethi Sami Bey'den birkaç yıl önce bizzat dinlemiştim.
Fethi Sami Bey ve ailesi, 1922 yılında kendi istekleri ile yurt dışına çıkarlar. Babası Sami Bey, bir Osmanlı zabiti. Avrupa'da iken, Türkiye'de hanedan mensuplarına çok ağır suçlamaların yapıldığını üzüntüyle takip ederler.
Kırklı yıllarda, zamanın Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras bir toplantı için Almanya'ya gider. Sami Bey aynı zamanda sınıf arkadaşı olan ve kendisi çok yakından tanıyan Tevfik Rüştü Bey'i bir toplantıda yakalayıp herkesin duyabileceği tonda bir sesle, " Tevfik Rüştü Bey, sen benim çocukluk arkadaşımsın. Beni ve mensubu olduğum hanedanı çok yakından tanırsın. Herkesin huzurunda sana soruyorum: Ben ve babam hain miydi, dayım Sultan Vahidettin hain miydi?" diye sorar. Dışişleri Bakanı T. Rüştü Aras şöyle cevap verir:
"Haşa, haşa, sümme haşa! Ne siz hainsiniz, ne de diğer hanedan mensupları. Asırlarca Türk milletine hizmet etmiş çok değerli bir hanedansınız. Ancak şunu unutuyorsun Sami Bey. Biz bunları söylemeyip de sizi methetseydik, bize demeyecekler miydi, " Bunlar madem bu kadar iyi insanlardı, niçin yurt dışına gönderdiniz? Niçin yeni bir devlet kurdunuz?" Özür dilerim, yeni devleti kabul ettirebilmek için bunları söylemek zorundayız."
Hanedan mensupları bunun farkındaydılar. Asırlarca, halkına, hatta bütün milletlere hoşgörü ile yaklaştıklarından, başlarına gelen bu hadiseye de hoşgörü gösterdiler; tevekkülle karşıladılar. Ömürleri boyunca, Türkiye Cumhuriyetinin aleyhinde en ufak bir faaliyette bulunmadılar.
Sabah Gazetesi yazarlarından Murat Bardakçı'nın Şahbaba'da verdiği şu vesika, Cumhuriyetimizin kurucularının da farklı düşünmediğini göstermekte: "Türkiye'nin Roma Büyükelçisi Suat Bey'in "Vahideddin'in füc'eten vefat ettiği şimdi haber alınmıştır" yazan telgrafı Ankara'ya geldiği sırada, Reisicumhur Adana'daydı...Telgraf hemen Adana'ya ulaştırıldı. Reisicumhur dostlarıyla yemeğe oturmuştu... Haberi işitince, 'Çok namuslu bir adam öldü' dedi... "İsteseydi Topkapı'nın bütün cevâhirini götürür ve öyle bir ordu kurup geri dönerdi ki..."
Sayın Ecevit bile vicdanının sesine kulak verip ahir ömründe, Osmanlıyı methedip, Vahideddin Han'ın vatan haini olmadığını söylemişti.
Bu samimi itirafta bulunanlar kimler: Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı...
Yeryüzünün Salih kulları
Artık toplum olarak geçmişimiz ile barışma zamanı geldi. Çünkü hepimizin Osmanlıya şükran borcumuz var. Bugün, üzerinde oturduğumuz bu topraklar ve mensubu olduğumuz İslamiyet onların hediyesidir. Bunun için, onları her zaman hayır ile yadetmemiz herşeyden önce bir insanlık vazifemizdir.
Osmanlı sultanları sıradan insanlar değildi. Vatanseverlikleri, dindarlıkları, dürüstlükleri, idarecilikleri, ileri görüşlülükleri tarihi bir gerçektir. Sıradan insanlar olsalardı, devletin ömrü 623 yıl sürmezdi. "Yeryüzünü salih kullarıma miras bırakırım " ayet-i kerimesinin Osmanlı sultanlarını övdüğünü, büyük âlim Abdülgani Nablüsi bildirmektedir.
Böyle bir ecdad ancak hayır ile, dua ile anılır. Aksini yapmak, insafsızlık olur. Akli selim insana yakışmaz!
------------------------------
Osmanlı padişahlarının faziletleri 28.11.2007
Osmanlı İmparatorluğu, on dördüncü asrın başından yirminci asrın ilk çeyreğine kadar hüküm süren dünyâ târihinde şerefli ve en uzun ömürlü bir hanedân devletidir. Hem de, Asr-ı seâdet ve Hulefâ-i Râşidîn devirlerinden sonra Hak ve adâlete riâyette en üstün seviyeye yükselen bir devlet.
Böyle bir üstünlük, fazilet her devlete nasip olmamıştır. Bunda, devletin ilk kurucusunun ve sonra sultanların iyi niyetlerinin, samimiyetlerinin ve ihlaslarının büyük payı vardır. Bir şeyin temeli iyi niyetlerle ve sağlam olarak atılırsa ömrü de o kadar uzun olur.
Osman Gâzi
daha işin başında, niyetini ve temel prensiplerini ortaya koymuş, kendisinden sonra gelenlere de devletin anayasası olarak kabul edilmesi için şu vasiyeti yapmıştır:Kuru kavga değil!
"Allahü tâlânın emirlerine muhalif bir iş eylemeyesin! Bilmediğini İslam ulemâsından sorup anlayasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana, itâat edenleri hoş tutasın! Askerine inâmı, ihsânı eksik etmeyesin ki, insan ihsânın kulcağızıdır. Zâlim olma! Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemâya ri'âyet eyle ki, din işleri nizâm bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster! Askerine ve malına gurûr getirip, din ehlinden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yoludur. Ve maksâdımız Allah'ın dînini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihângirlik dâvâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâimâ herkese ihsânda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum!"
Bütün Osmanlı padişahları bu vasiyete aynen uymuşlardır. Bütün dünyayı bu prensiplerle idare etmeyi hedeflemişlerdir. Fatih Sultan Mehmed Han'ın, "Dünyâda tek bir din, tek bir devlet, tek bir pâdişâh ve İstanbul'da cihanın payitahtı olmalıdır." sözü bunu göstermektedir.
Ömrünü bu davada tüketmiş, hiçbir engel onu bu yoldan alıkoyamamıştır. Örneğin, Bir seferinde Zigana Dağlarını yaya geçmek zorunda kalmış ve bu sırada büyük güçlük ve sıkıntılarla karşılaşmıştı. Sefer sırasında yanında bulunan Uzun Hasan'ın annesi onun çektiği bu eziyetleri gördükten sonra kendisini seferden alıkoymak kasdıyla; "Ey Oğul! Bunca zahmete değer mi?" deyince yüce Hakan; "Hey ana, bu zahmet din yolunadır. Zahmeti ihtiyar etmezsek bize gâzi demek yalan olur." diye cevap vermiştir.
"Velî" tabiatlı olan Pâdişâh, Bâyezîd Han'da, yaptırdığı câmiinin inşâsı bitince; "Her kim ömrü boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemişse ilk Cumâ namazında o imâm olsun." demiş, bu hususta kendisinden başka kimse çıkmamış, hazerde ve seferde hiçbir sünneti bırakmadığı için namazı kendisi kıldırmıştı.
"Biz Allah tarafından memur olmadıkça bir sefere gitmeyiz." diyen Yavuz Sultan Selim Han ise, cihan hâkimiyeti dâvâsında çok kudretli bir sîmâdır. İki büyük meydan muhârebesiyle Memlûk Devletini ortadan kaldıran, mübârek makamlara hizmetle şereflenen ve Müslümanların Halîfesi ünvânını alan Yavuz Sultan Selim, 25 Temmuz 1518 günü İstanbul'a ulaşmıştı. Ancak İstanbul'da halkın büyük bir karşılama hazırlığı yaptığını işitince gece vakti yanında birkaç kişiyle kayığa binerek gizlice Topkapı Sarayı'na çıktı. Ertesi gün pâdişâhın sarayda olduğu öğrenilince hiçbir merâsim yapılamadı. " Biz ne yaptık ki bu kadar rağbet edilir!" diyen cihan pâdişâhı gâyet sâde giyinir, devlet işleri dışında gösterişe rağbet etmezdi. ( Osmanlı padişahlarının, her birinin buna benzer pek çok faziletleri, menkıbeleri vardır. Yerimiz sınırlı olduğu için sadece bir iki örnek verebildik. Bu konuda daha geniş bilgi için, Prof.Dr. Ahmet Şimşirgil'in, "Kayı-1", "Kayı-2" kitaplarını - Şems yayınları, 0212 2138011- önemle tavsiye ederim)
Dinin direği idiler
Osmanlı padişahları işte böyle, gayretli, cefakar, dindar yaptıkları her işi Allah rızası için yapan şahsiyetlerdi. Son devir ulemâsının büyüklerinden Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri derdi ki: "Osmanlı padişahlarının hepsi dindar insanlar idi. Dini muhafaza ettiler. Dinin direği idiler. İçlerinde bir tane kötü yoktur. Ama aralarında derece farkı vardır."
Kendilerini savunacak durumda olmayan tarihî şahsiyetler hakkında ileri geri konuşmak insana yakışmaz. Hele dedikodu ve iftirâdan kaçınmak, sadece dinî değil, herkesin uyması gereken ahlâkî bir vecibe olduğu unutulmamalıdır.
(Mehmet Oruç, 27-28 Kasım 2007)
9 Aralık 2007 Pazar
Osman Bölükbaşı : Yakın Tarihimizden Renkli bir siyasetçi.
Nüktesi ve işlek zekası, şimdilerde de anlatılır. Bunlardan birkaç alıntıyı aşağıda sunuyorum.
***
Avusturya yaptığı gezisi sırasında bir gazetecinin;
- "Atalarınızın Viyanada ne işi vardı" sorusuna
- "Haçlı seferlerine iadeyi ziyaret" cevabını verir.
***
Meclis kürsüsünde konuşurken bir milletvekili :
- "Sende erkek misin be?" der.
- "Ben erkekliğimin zekatını versem sen bile erkek olurdun". cevabını verir.
***
Ona çılgınca alkış tutanlar, Ona oy vermemişlerdir. Osman Bölükbaşı:
- “Bu halk, meydanlarda dinler, sandıkta konuşur.” demiştir.
***
Sözünü sakınmazdı. Sekiz saat konuşarak rekor kırdığı mitinglerine gelenlere de fırça atmayı ihmal etmemiştir. Kayseri’de kendisini dinlemek için toplananlara:
- “Ey, sapı uzun, tanesi kıt Kayserililer ! ” tümcesiyle seslenerek:
- “Meydanda veriminiz bol. Burada aşka gelip beni alkışlıyorsunuz, sandık başına gidince şeytana sarılıyorsunuz. ” demiştir.
***
1950 genel seçimlerinde Kırşehir’den Millet Partisi’nin tek milletvekili olarak TBMM’ye girmiştir. Birgün Mecliste bir merdivenin altında dururken yanından geçen bir milletvekili sormuş :
- "Ne yapıyorsun Bölükbaşı" demiş O da,
- "Grup Toplantısı yapıyorum" demiş.
***
Türkiye siyasetinin iki rakibi Osman Bölükbaşı ile İsmet İnönü, aynı uçakta yolculuk ederlerken Torunu İnönü’ye elindeki parayı göstererek sormuş:
- "Bunu aşağı atsam ne olur dede" ?
Paşa’dan önce Bölükbaşı:
- "Parayı atsan, bulan biri sevinir. Dedeni at ki bütün millet sevinsin," der...
***
Kızı Hürriyet doğduğunda hapishanedeymiş Bölükbaşı...Koğuştaki arkadaşlarına muştularken:
- "Hürriyet dünyaya geldi, İnşallah Türkiye’ye de gelir" ! demiş.
***
1957’de milletvekili seçildiğini hapishanedeki radyodan öğrenmiş. Pijamayla ayağa fırlayıp koğuştakilerin huzurunda milletvekili yemini etmiştir.
***
“Zengini hayırsız evlat, memuru süslü avrat, politikacıyı kör inat batırır” derdi. O yüzden politikada inat etmedi. 1973’te birbirlerini karşılıklı sevdikleri “Ulusuyla evlenemeden” siyasetten çekilirken şöyle dedi:
- "Yüzünde göz izi yok sanarak siyaset denilen Leyla’ya gönül verdim. Sonradan anladım ki, benden önce 40 bin kişinin nikâhından geçmiş".
***
Düzce’de yaptığı bir konuşma tam 8 Saat 35 dakika sürmüş. Bir kamyoncunun Düzce’den çıkarak yükünü İstanbul’a boşaltıp geri dönmesi boyunca konuşan bir politikacı Bölükbaşı...
Kamyoncu hayretle şu ifadeleri kullanıyor hatibe:
- "Beyim bu nasıl iştir! Sabah buradan kereste yükledim, konuşuyordun. Yükümü İstanbul'a boşaltıp geldim, halen konuşuyorsun".
***
Çok ihanet görüp, partisinden kopanlardan yakınan Demirel’e:
- "Üzülme....Senin bağrın henüz köy mezarlığı, benim bağrım ise Karacaahmet’e döndü." demiştir.
***
Oğlu Deniz Bölükbaşı ’nın babasın anlattığı kitab 'ından kısa bir bölüm: Bölükbaşı Beşevler-İsrail Evleri ’nde otururdu. Ava giderken veya avdan dönerken bizi evine götürürdü. Mutfağında "bazı hanımlar" görürdük. Osman Bey kulağımıza eğilirdi:
- "Kocalarını milletvekili yapayım diye, bunlar bizim hanımın dizinin dibinden ayrılmıyorlar. Ama milletvekili yaptıklarım da beni terk ediyorlar " ...
***
“Her şeye, herkese, hatta kendine bile!’’ muhalif olan Bölükbaşı'nın eleştirilerinden herkes payını almıştır. 1965 yılında TRT'ye de yönelerek kuruma ‘‘Tırt’’ ismini takar ve lakabı ‘‘Tırt Osman’’ a çıkar.
***
Ülkemizdeki iş adamlarını da eleştirir:
- "Ah benim aslan görünüşlü, tavşan yürekli büyük sermayem". diyerek...
***
Siyaseti bıraktıktan sonra gelen koltuk önerilerini,
“Bölükbaşı, hayat defterini yönetim kurulu başkanı olarak kapatmaz.”
diye geri çevirmiştir.
***
Bende saç ağarmış, gönül tüter mi,
Kül olmuş sinemde çiğdem biter mi,
Viran yerde ahu bülbül öteri mi,
Geçelim güzelim gel bu sevdadan.
Osman Bölükbaşı 'nın yazdığı; Behiye Aksoy’a adandığı söylenen, bestelenip plak olan, yukarıda ilk dörtlüğü verilen şiir bir zamanlar dillerden düşmezmiş !
Oğlu Deniz Bölükbaşı, Babası ile ilgili kitabında :
- Osman Bey, bunları Behiye Aksoy için mi yazdınız ? sorusuna, Babam şu yanıtı vermiş, diye yazıyor:
- Eli elime değmedi ama lafı anamı belledi !
Gerçekten o " şiir-şarkı " yüzünden Osman Beyin, eşiyle arası açılmış...
***
Ve “Seraba Harcanmış Ömre Yanarım!” adlı şiiriyle siyasete veda etmiştir.
5 Aralık 2007 Çarşamba
Filistin : Bir zamanlar Osmanlının adaletle hükmettiği topraklarda şimdi çaresizlik ve kan var.
Sn. Hayati ERÖZ 'e teşekkürlerimle.
hayatieroz@hotmail.com
4 Aralık 2007 Salı
Hiram Bingham 1875 - 1956 : PERU, Machu Picchu ve Vilcabamba
Amerikalı arkeolog, Yale'de profesör, senatör. Peru Andlarında ulaşılması neredeyse olanaksız olan Machu Picchu 'da İnka başkenti Vilcabamba 'yı 1911'de bulmuştur.Çocukken babasından öğrendiği dağcılık bilgisi ile, kararlılık ve cesareti birleşince bulduğu kent; İspanyol istilacıların
yüzyıllarca bulamadığı, efsanelere konu olan kenttir.
Gönderen Ali Dogru zaman: 11:17 0 yorum
Etiketler: ad6307, Hayat öyküleri, Hiram Bingham, İnka, Machu Picchu, peru, Vilcabamba
30 Kasım 2007 Cuma
İLK TÜRK HAVA ŞEHİTLERİMİZ.
Sn. Hayati ERÖZ 'e teşekkürlerimle.
hayatieroz@hotmail.com
Daha detaylı bilgiyi buradan alabilirsiniz...
Gönderen Ali Dogru zaman: 12:49 0 yorum
Etiketler: İLK TÜRK HAVA ŞEHİTLERİMİZ, istanbul kahire uçuşu
27 Kasım 2007 Salı
Prof. Vahdettin Engin : 2. Abdülhamit Han dış politikadaki “Kırmızı Çizgileri”ni çiğnetmedi!
Marmara Üniversitesi Tarih BölümüProfesörü Vahdettin Engin: |
2. Abdülhamid’in 19. asrın son çeyreğinde ve 20. asrın başlarında padişah olması tarihimiz açısından bir şanstır. İmparatorluğun ayakta kalmasının nedenidir. Onun yerinde dirayetsiz bir padişah olsaydı, Osmanlı 1870lerde yıkılabilirdi ve ondan sonra gelecek felaketleri de insan tahayyül bile edemiyor. 2. Abdülhamid’le ilgili tek kitabınız değil bu. Abdülhamid’e verdiğiniz önemin nedeni? 2. Abdülhamid’in 19. asrın son çeyreğinde ve 20. asrın başlarında padişah olması tarihimiz açısından bir şanstır. İmparatorluğun ayakta kalmasının nedenidir. Onun yerinde dirayetsiz bir padişah olsaydı, Osmanlı 1870lerde yıkılabilirdi ve ondan sonra gelecek felaketleri de insan tahayyül bile edemiyor. Anadolu elimizde kalır mıydı, kalmaz mıydı şüpheli. O yıllardaki icraatlar çok önemli. Türkiye Cumhuriyeti bir milli mücadele yaparak kurulma şansını bulduysa, bunda Abdülhamid’in devleti ayakta tutmak için aldığı tedbirlerin payı vardır. Abdülhamid hem devlet işleriyle uğraşıyor, hem de hakkında söylenenlerin aksine hayatın o kadar içinde ki ! İstanbul’la ilgili iradelerini ele aldığım kitapta bu görülüyor. Bilinmesi ve öğretilmesi gereken şeyler bunlar. ABDÜLHAMİT DENGE SİYASETİ İZLEDİ O dönemde başta Rusya ve Romanya olmak üzere birçok ülkede Yahudiler saldırıya uğramaya başladılar. Bu durumda kalan birçok Yahudi yaşadıkları yerleri terk etti ve bir bakıma ortada kaldı. Yahudi liderler Abdülhamid’e Filistin’den toprak satması, bunun karşılığında Osmanlı borçlarının ödenmesi yönünde teklifler getirdiler. Adülhamid buna asla yanaşmadı ve Filistin’e Yahudi göçü konusunda sıkı bir biçimde kontrol kurdu. Abdülhamid’in uluslararası politikada bazı kırmızı çizgileri vardı. Filistin bunlardan biriydi. Yahudi yerleşimine tamamen karşıydı. Kendi döneminde bunu başarmıştır da. |
19 Kasım 2007 Pazartesi
Avrupa:
1.Türkiye
2.Bulgaristan (545 yil)
3.Yunanistan (400 yil)
4.Sirbistan (539 yil)
5.Karadag (539 yil)
6.Bosna-Hersek (539 yil)
7.Hirvatistan (539 yil)
8.Makedonya (539 yil)
10.Romanya (490 yil)
11.Slovakya (20 yil) Osmanli adi:Uyvar
12.Macaristan (160 yil)
13.Moldova (490 yil)
14.Ukrayna (308 yil)
15.Azerbaycan (25 yil)
16.Gurcistan (400 yil)
17.Ermenistan (20 yil)
18.Guney Kibris (293 yil)
19.Kuzey Kibris (293 yil)
20.Rusya'nin guney topraklari (291 yil)
21.Polonya (25 yil)-himaye- Osmanli adi: Lehistan
22.Italya 'nin guneydogu kiyilari (20 yil)
23.Arnavutluk (435 yil)
24.Belarus (25 yil) -himaye-
25.Litvanya (25 yil)-himaye-
26.Letonya (25 yil) -himaye-
27.Kosova (539 yil)
28.Voyvodina (166 yil) Osmanli adi: Banat Asya
30.Suriye (402 yil)
31.Israil (402 yil)
32.Filistin (402 yil)
33.Urdun (402 yil)
34.Suudi Arabistan (399 yil)
35.Yemen (401 yil)
36.Umman (400 yil)
37.BirlesIk Arap Emirlikleri (400 yil)
38.Katar (400 yil)
39.Bahreyn (400 yil)
40.Kuveyt (381 yil)
41.Iranin bati topraklari (30 yil)
42.Lubnan (402 yil)
Afrika
43.Misir (397 yil)
44.Libya (394 yil) Osmanli adi:Trablusgarp
45.Tunus (308 yil)
46.Cezayir (313 yil)
47.Sudan (397 yil) Osmanli adi: Nubye
48.Eritre (350 yil) Osmanli adi: Habes
49.Cibuti (350 yil)
50.Somali (350 yil) Osmanli adi: Zeyla
51.Kenya sahilleri (350 yil)
52.Tanzanya sahilleri (250 yil)
53.Cad'in kuzey bolgeleri (313 yil) Osmanli adi: Resade
54.Nijer'in bir kismi (300 yil) Osmanli adi: Kavar
55.Mozambik' in kuzey topraklari (150 yil)
56.Fas (50 yil) -himaye-
57.Bati Sahra (50 yil) -himaye-
58.Moritanya (50 yil) -himaye-
59.Mali (300 yil) Osmanli adi: Gat kazasi
60.Senegal (300 yil)
61.Gambiya (300 yil)
62.Gine Bissau (300 yil)
63.Gine (300 yil)
64.Etiyopya' nin bir kismi (350 yil) Osmanli adi: Habeş
(Sn. Dr. Ahmet Çetinbudaklar'dan alınmıştır)
16 Kasım 2007 Cuma
Osmanlı Arması
Arma kimliği anlatan, bir işarettir. Resimler, harfler ve şekillerden oluşur. Bir devleti, hanedanı ya da şehri anlatır. Devletlerin insanları tarafından benimsenen armaları vardır.
Osmanlı armasının üzerindeki sembolleri en tepeden başlayarak şöyle sıralayabiliriz:
En tepede bir güneş şekli ve onu çevreleyen güneş ışıkları vardır. Güneş şeklinin ortasında armanın ait olduğu dönemin hükümdarlarının tuğrası yer almakta. Onun altındaki yukarıya açık hilalin üzerinde Arapça "Osmanlı devletinin hükümdarı olan … han, ALLAH( c.c)'ın Muaffak kılması ve yardımına dayanır ve öylece hüküm sürer." anlamına gelen bir söz yazılı.
Onun altında, armanın tam göbeğine gelecek şekilde aynalıklı kalkan motifi var. Bu kalkanın çevresinde yıldızlar bulunuyor. Bu yıldızların sayısı çok zaman 12 adet ile sınırlandırılmış olup 12 burcu temsil eder. Böylece Osmanlı, kâinatın merkezine yerleştirilmiş olur.
Kalkanın hemen üzerinde de devletin kurucusu Osman Gazi'yi temsil eden bir sorguç vardır ki Osmanlıların köklerine ne kadar bağlı olduğunu anlatır.
Kalkanın sağ yanında Osmanlı sancağı yer alır. Renkli armalarla kırmızı ile gösterilir. Onun karşısında ise hilafet sancağı bulunur. Hilafet sancağının rengi aslında siyah iken, arma üzerinde hemen daima yeşil renkte gösterilmiş ve bazen üzerinde üç hilal kondurulmuştur.
Merkezdeki kalkandan Osmanlı sancağı yönüne doğru uzanan şekiller ise şöyle sıralanmaktadır:
Sancağın üzerinde bir ok var. Sancak alemini altında baltacıklar ocağının kullandığı tek taraflı bir çift yüzlü teberler (balta) bulunur. Sonra mızrak ve altında el sperlikli tören kılıcı vardır. Sonra ağızdan dolma bir top ve altında savaş kılıcı yer alır. Hemen altında bozdoğan (gürz) görülür. Top ile bozdoğanı sancaktan ayıran boynuzdan yapılan boru ise savaş ilanını ve sonra da mehterhaneyi temsil eder.
Armanın sol yanında, yani hilafet sancağı yönünde uzanan semboller yine yukarıdan aşağıya şöyle sıralanırlar:
Sancak aleminin altında süngü takılmış bir tüfek, altında tek yüzlü teber (balta), sonra toplu tabanca ve topuz başlı asa mevcuttur. Asanın şeşper (savaş araçlarından altı dilimli topuz) topuzu kenarına asılı olan terazi adaleti temsil eder. Terazinin kitap şekilleri üzerine oturtulmuş olup bu kitaplardan üstteki Kuran-ı Kerim, alttaki ise diğer hukuk metinleri yerine geçen kanun kitabıdır.
Hilafet sancağının altındaki çiçek şekilleri Osmanlı'nın estetik yönünü gösterir. Buket arasında ki güller hilafet sancağı üzerinde manevi ilhamlar sebebiyle bulundurulur. Buketin hemen altında bir çapa (gemi demiri) yer alır ki denizciliğin sembolüdür.
Arma göbeğindeki kalkanın hemen alt yanın da dik duran bir borazan mızıka takımını; onun altında çaprazlama duran tirkeş (ok kuburu, sadak) ile meşale de gece donanmalarını ve ok müsabakalarını hatırlatır.
Armanın alt tarafını boydan boya süsleyen inci defne yaprakları, çiçek motifleri arasından beş tane madalya sarkar. Bu madalyaların isimleri şöyledir: İmtiyaz nişanı, Mecidi nişanı, İftihar nişanı, Osmanlı nişanı ve Şefkat nişanı.
13 Kasım 2007 Salı
Nuri Demirağ : İlk Uçak Fabrikamızı kurup üretime geçti ama...
Halbuki Türkiye’nin dört yanına demiryolu hattı inşa ettiği için Atatürk kendisine ‘Demirağ’ soyadını verdi. Demiryollarından hızını alamayan Demirağ, ilk uçak fabrikamızı kurup üretime geçti; ancak İnönü’nün gazabına uğradı. Böylece Türkiye kendi içinden bir ‘Boeing’ çıkarma şansını kaybetti.
Yeşilköy Hava Limanı’nın bir bölümü özel uçaklarla doludur. Ülkede nam salmış bütün işadamlarının tercihen Chessna tipi uçakları ortalıkta arz-ı endam eder. Gövdelerinde de uçağı satın alan hatırı sayılır işadamlarının isimleri yazılıdır. Ne var ki bu jetlerin hiçbiri, uçağı kullanan işadamlarının kendi fabrikalarında, kendi teknisyenleri ile sıfırdan imal edilmedi.
Yani kendi uçağına binen işadamı yok piyasada. Bunu hayata geçirmek bir tek Nuri Demirağ’a nasip olmuş. Olmuş olmasına ancak onun da başına uçak imalatına başladıktan sonra gelmeyen kalmamış. Cumhuriyet ilk yıllarında yaptığı demiryolları ile yıldızı parlayan ve rotayı uçak imalatına çevirince işleri ters giden Nuri Demirağ’ın hayatı yakın tarihimizin en çarpıcı biyografilerinden birini barındırıyor. Cumhuriyet tarihinde birçok ilke imza atmış Demirağ hakkında kaleme alınmış eser neredeyse yok gibidir. Bu vefasızlığı bir nebze olsun gidermek yine Sivaslı bir hemşehrisi; Dr. Fatih Dervişoğlu’na nasip oldu. Ötüken Yayınları’ndan çıkan Dervişoğlu imzalı ‘Türkiye’nin Havacılık Efsanesi: Nuri Demirağ’ adlı kitap geçtiğimiz günlerde raflarda yerini aldı. Demirağ’ın yaşadığı döneme ait gazete arşivlerini ve yazılı kaynakları tarayan yazar aynı zamanda Demirağ ailesinin yaşayan fertleri ile de görüşmeyi ihmal etmemiş. Ortaya çıkan eser, yakın tarihimizde birçok hayati projenin altına imza atmış bir portrenin üstündeki perdeyi kaldırması açısından bir nimet olarak kabul edilebileceği gibi ‘uçak imalatı’ türünden ciddi stratejik önemi haiz hamlelerin ‘neden akim kaldığı’ yönündeki soru işaretlerine bir nebze de olsa açıklık getirmesi açısından önemli. İşte bu yüzden Dr. Fatih Dervişoğlu’nun çalışmasının Adnan Nur Baykal’ın kitaba yazdığı sunuşundaki giriş bile Demirağ hakkında bir kaynak derlemenin önemini anlatmaya yetiyor: “Nuri Demirağ adını belki duymuşsunuzdur. Ancak neler yaptığını bilmemeniz doğaldır. Torunu olarak ben bile, ölümünün üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen izini sürmekte zorlanıyorum.” Önüne dönemin hükümetinin takoz koymaması halinde bugün ‘Boeing’ ayarında dünya devleri ile boy ölçüşen bir uçak şirketi sahibi olabilecekken şimdi hakkında bilgi kırıntılarına ulaşmakta bile zorlanıyoruz.
Gelelim Nuri Demirağ’ın hikâyesine; Nuri Bey 1886 yılı Sivas doğumlu. Babasını küçük yaşta kaybetmesinden dolayı iş hayatına 17 yaşındayken atılarak Ziraat Bankası’nda memur olarak göreve başlamış. Ardından maliye şubeleri müfettişi olarak memurluk hayatına devam eden Demirağ’ın hayatı ticarete atılıp ‘Türk Zaferi’ adlı sigara kâğıdı üretimine geçmesiyle birdenbire değişmiş. Sigara kâğıdı işinden üç buçuk senede hatırı sayılır bir servet edinmiş. Ancak ticari hayatındaki büyük sıçramayı Samsun-Sivas demiryolu hattının ihalesini almasıyla gerçekleştirmiş. Bu başarısı ona Samsun-Erzurum, Sivas-Erzurum, Afyon-Dinar arasındaki demiryolu hatlarının da yapımını kazandırmış ki bu sebepten dolayı Soyadı Kanunu’nun çıkmasıyla birlikte Atatürk, Nuri Bey’e ‘Demirağ’ soyadını bizzat kendisi uygun görmüş.
Sonunu getiren uçak imalatı meselesi ise Türk Teyyare Cemiyeti’nin Reisi Cevat Abbas’ın uçak almak için halktan bağış kampanyası açmasıyla başlamış. 1935 yılında 10 bin lira bağışta bulunarak hava savunmasının önemine dikkat çeken Atatürk’ü, 5 bin lira ile Ankara’nın en zengin işadamı Vehbi Koç izlemiş. Kardeşi Naci Demirağ’ın katkısı 120 bin lira olurken Nuri Bey’in kampanyaya tepkisi şöyle olmuş: “Mademki bir millet teyyaresiz yaşayamaz, öyleyse bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfünden beklememeliyiz. Ben bu açık fabrikasını yapmaya talibim.” Bu arada Nuri Demirağ’ın aynı yıllarda devletin 212 milyonluk devlet bütçesine mukabil 11 milyonluk şahsi serveti ile Türkiye’nin en zengin işadamı olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Hem yolcu hem bombardıman uçağı
Böylelikle Almanya, Çekoslovakya ve İngiltere’deki uçak fabrikalarını mühendisleri ile birlikte gezmek üzere yola koyulmuş. 1936’da bir Çekoslovak firması ile anlaşarak Beşiktaş’ta proje atölyesini kurmuş. İş büyüdükçe, atölyeler yetmeyerek uçakların testleri için bir piste ihtiyaç hasıl olmuş ve bunun Yeşilköy’de bugün Atatürk Hava Limanı olarak kullanılan Elmas Paşa Çiftliği satın alınmış. Burada geleceğin pilotlarının yetişmesi için Nuri Demirağ Gök Okulu, uçak tamir atölyesi ve hangarlar inşa edilmiş. Tarihin garip cilvesi Yeşilköy’deki Gök Okulu’nun ilk öğrencileri arasında zamanın cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğulları Ömer ve Erdal İnönü de var. Ancak her ne oldu ise bir hafta sonra İnönü kardeşler okulu terk etmiş.
Türk Hava Kurumu (THK) Nuri Demirağ’a 10 adet eğitim uçağı ile 65 adet planör siparişi vermiş. Demirağ ve ekibi, bir yandan bu siparişleri yetiştirirken, bir yandan da Nu.D.38 ismi verilen altı kişilik, çift motorlu ve gövdesi alüminyum kaplı yeni bir model geliştirmiş. Demirağ’ın bu başarısı, Türkiye’de olduğu kadar yurtdışında da büyük yankılar uyandırmış. Son teknoloji ile donatılan ‘Nu.D.38’in yapılması, dünya uçak sanayicilerinin dikkatini ilk uçak fabrikamızın üzerine çekmiş doğal olarak. Ve çok geçmeden dünya havacılığında A sınıfı yolcu uçağı kategorisine alınmış. Ayrıca yolcu uçağı olarak tasarlanan ‘Nu.D.38’, savaşta mükemmel bir bombardıman uçağı olarak hizmet verebilmesi meselenin farklı bir boyutu. İlginç olan hiçbir zaman Demirağ’ın bu uçağının THK tarafından kabul görmemiş olması. Bu uçağın Türkiye içinde ve hatta yurtdışı seferleri yapıyor olması bile anlaşılan THK’nın fikrini değiştirmeye yetmemiş. Verilen siparişlerin iptali ve THK ile yıllarca süren mahkemeleri sonucu Demirağ, fabrikayı kapatmak zorunda kalmış.
Böylelikle daha sinemanın esamisinin okunmadığı 1930’larda ülkenin dört bir yanındaki salonlarda uçaklarının tanıtımını yapan Demirağ’ın havacılık serüveni THK ve devrin Milli Şefi İsmet İnönü’nün gayretleri ile son bulmuş. Hikâyenin geri kalan kısmında da İnönü’ye kafa tutmak isteyen Demirağ’ın Türkiye’de ilk muhalefet partisi Milli Kalkınma Partisi’ni kurması var. Demirağ’ın havacılık serüveninde devrin kudretli ismi İnönü’nün takoz koyduğunu ve dolayısıyla uçak sanayimizi baltaladığını söylemek yanlış olmaz; ancak eksik bir bilgidir. İşin aslı Demirağ, o dönemin tek mağduru da değildir. Nuri Demirağ, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Killigil’in de yakın arkadaşı. Nuri Killigil Paşa ise Türkiye’nin ilk silah ve patlayıcı imal eden fabrikatörüydü. Ordunun bazı siparişlerini üstlenen Paşa’nın Sütlüce’deki fabrikası -Nuri Demirağ’ın uçak imalatı serüveni ile tarih benzerliğine dikkat- 1949 yılında esrarengiz şekilde infilak etti. Nuri Paşa’nın cesedi bile bulunamadı. Nuri Paşa’nın İsrail’le savaş halinde olan Mısır’dan yüklüce bir cephane siparişi aldığı için fabrikasının sabotaj sonucu infilak ettiği iddia edildi. h.yilmaz@zaman.com.tr
Daha Geniş Bilgi için : www.nuridemirag.comBu konu ile ilgili bir yazı :
Dr.Muhittin Şimşek : Endüstrileşmemizin engelleri ve Demirağ olayı
Devamı için >>>
12 Kasım 2007 Pazartesi
YEMEN : Osmanlı İmparatorluğunun Son Vilayeti
Osmanlı Devleti, onbinlerce vatan evladına mezar olan Yemen meselesini halletmek için devletin egemenlik hakkı saklı kalmak kaydıyla, orada özel bir yönetim kurulması kararını almıştı. Uzun süren görüşmelerden sonra 11 Ekim 1911 tarihinde imzalanan antlaşmayla, 400 yıldır akan kan durmuş, aynı zamanda Trablusgarb ve I. Dünya Savaşları ile Kurtuluş Savaşı süresince, hep dost olan güvenilir bir müttefik kazanmıştır.
Ancak, 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan, Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 16. Maddesine göre, Yemen ve Asir’deki Osmanlı kuvvetlerinin en yakın İtilaf devletleri garnizonlarına teslim olmaları gerekiyordu. Yemen Valisi Mahmud Nedim Bey ise, merkezi hükümetten resmen emir almadıkça İtilaf ordularına teslim olmaktan kaçınıyordu. Aynı görüşü paylaşan İmam Yahya da, İstanbul’dan özel bir memurun gönderilmesini şart koşuyordu. Bunun için Mütareke hükümlerini kendilerine bildirmek üzere yüzbaşı Ömer Subhi Bey gönderildi. Ancak Subhi Bey’in de gelmesi durumu değiştirmemiş, Mahmud Nedim Bey, zaman kazanmak için olsa gerek, bu kere Dahiliye Nezaretinden kesin bir emir gelmedikçe teslim olmayacağını ilgili makamlara bildirdi.
Yemen İmamı Yahya bin Hamideddin de, Yemen’in İtilaf devletleri tarafından işgaline razı olmadığı gibi,Osmanlı birliklerinin kesinlikle teslim olmasını istemiyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında gerek hükümet ve gerekse ordu nezdinde, siyaseten ve maddeten çok büyük yardımlarda bulunmuştu. Bu süre içinde hiç bir yabancı devlet veya Osmanlı Devleti’ne düşman bir devletle münasebete geçmedi. İmam Yahya, yabancılar tarafından yapılan her türlü teklifi reddetti. O, ordunun ve idarecilerin İngilizler’e teslim olmasıyla, memleket için doğacak büyük mahzurlar ve vahim sonuçlara dikkat çekiyordu. Onlara, teslim olmaları durumunda meydana gelebilecek her türlü sorumluluğu üzerine alarak, durumu vilayet makamı ve ordu kumandanlığı ile tüm yerleşim birimlerine tebliğ etti. O, tek bir neferin bile Yemen’den ayrılmaması taraftarıydı.
Ayrıca Osmanlı Devleti ile yapmış olduğu antlaşmaya dayanarak, tüm yabancı devletler ve bilhassa İngiltere hükümetine sert protestolar gönderdi. Yemen’in her türlü müdahale ve yabancı saldırılardan korunması için mahalli gelirlerin tümüyle ordu ve mülki memurlara harcanacağı beyan edip, teminat verdi. O, teslim olma konusundaki itirazı için, sarf edilen çabalardan yegane maksadının, Osmanlı ordusunun ve Osmanlı idaresinin eskiden olduğu gibi Yemen’de devam edip, Osmanlı kimliğinden ayrılmama olduğunu söylüyordu .
Yemen’in bir başka yüzü de, burada görev yapan askeri ve sivil memurlardı. Neredeyse 40 aydır maaş alamayan bu insanlar, büyük bir yokluk ve sefalet içindeydiler. İmam Yahya dahi , son derece sıkıntı içinde olan bu memur ve ailelerine geçinebilecekleri ölçüde para ve hububat yardımında bulunmuştu. Bu durumu defalarca dile getirmiş olan Yemen Valisi Mahmud Nedim Bey, hükümete başvurarak, Yemen'de bulunan komutan ve subaylarla, bunların ailelerinin hak ettikleri maaşların hiç olmazsa bir kısmının ödenmesini talep etti. Üstelik, Yemen'deki tüm idari teşkilat görevlerine fiilen devam ediyordu. Bu gelişme üzerine, 18 Nisan 1922 tarihinde toplanan Meclis-i Vükela, Hariciye Nezaretinin yazısını da gündemine aldı. Yapılan görüşme sonucunda, Osmanlı Hükümeti ile İtilaf devletleri arasında kesinlik ve geçerlik kazanmış bir antlaşma mevcut olmamasına ve hukuken Osmanlı Devleti'nin hiçbir parçasının terk edilmiş ve ayrılmış sayılamayacağına göre, her türlü maddi ve manevi bağlarını korumakta olan Yemen'in, Osmanlı Devleti'nden ayrılmış sayılmasının caiz olamayacağı, bu nedenle Yemen'de bulunup da, Mondros Mütarekesi'nden sonra üstlerinin izniyle orada kalan komutan ve subaylarla, askeri memurların maaşlarının derhal ödenmesi için Harbiye Nezaretinden gelen yazı üzerine, gerekli işlemin derhal başlatılması konusunda Maliye Nezaretine talimat verilmesini karar altına aldı.
İmam Yahya’nın, bu konudaki tüm gayret ve uğraşıları, Osmanlı kuvvetlerine verilen teminat ve defalarca yaptığı açıklamalar, hiç bir zaman kabul görmemiştir. Dört sene içinde, Osmanlı ordusu ve yerli gönüllüler tarafından elde elde edilen büyük zaferler, âdeta yok sayılarak harp malzemesi ve cephanenin büyük kısmının depolandığı Lühec bölgesi kuvvetleri, tüm mühimmatıyla birlikte İngilizler’e teslim olmuştur. Bu gelişme üzerine, derhal tertibat alan İmam yeni kuvvetler toplayarak, cephe almış ve bunda da başarı sağlamıştır. Durum bu merkez iken,İmamın teslim olma konusundaki tüm uyarılarına rağmen, ordunun bazı komutan, asker ve memurları İngilizler’e teslim olmaya karar vermiştir. İmam Yahya, almış olduğu tedbir ve kararlarla Yemen’in Osmanlı Devleti’nden ayrılmasını kabul etmeyerek, devlete olan samimiyet ve bağlılığını ispat etmiştir.
Türkiye ile bağlarını hiç bir zaman koparmamış olan dost ve kardeş Yemen’le olan sıcak ve samimi ilişkilerimiz, tarihten gelen bir süreçle almış olduğumuz güçle sonsuza dek devam edecektir.
10 Kasım 2007 Cumartesi
Tarih Boyunca Türkler 'in Soyağacı
9 Kasım 2007 Cuma
ABD Bombardımanı : Tokyo 100 Bin Ölü...
Tokyo Soykırımı, 3 Mart 1945
(Tokyo bombardımanı)
ABD'nin Japonya 'ya karşı kullandığı Atom bombalarından başka bir saldırısıdır. Tokyo'ya yaptığı bir gece saldırısında yakarak öldürdügü 100.000 kisinin fotografları ve hikayesi.
Aşağıdaki linkte, Tokyo bombardımanı'ni ayrıntılarıyla anlatan Japonca bir sitenin tercümesini bulacaksınız.
Okumak için tıklayın.http://people.sabanciuniv.edu/ficici/
4 Kasım 2007 Pazar
SOYKIRIM YALANI : Ya onların yaptıkları.
M. Necati Ozfatura
Ermenilerin bir kismi mecburi olarak Osmanlinin baska topraklarina gonderilmistir. Elbette aralarinda hastalik, eskiya saldirilari gibi cesitli sebeblerle olenler de olmustur. Ama asla Ermenilere soykirim yapilmamistir. Kaldiki o tarihte Osmanli topraklarinda Ermenilerin sayisi en fazla 1.3 milyon idi. Oysa 20. asir bazi tarihcilere gore Bati'nin yaptigi soykirim ve katliamlar asridir. Bati kendi asagilik ve sucluluk kompleksini tatmin icin olmayan sozde Ermeni soykirimini 1974 Kibris harekatindan sonra gundeme getirirken kendisinin icra ettikleri soykirimlari unutturmak stratejisini tatbik etmektedir. Bati'nin ve digerlerinin soykirimlari ciltlere sigmaz. Bir kacini ozet olarak arz etmek gerekirse :
Surgun edilen ve oldurulen Muslumanlar
Bolge | Surgun edilenler | % | Oldurulenler | % | Kalanlar | % |
Guney Yunanistan | 10,000 | 29 | 25,000 | 71 | 0 | 0 |
Bulgaristan1877- 78 | 568,000 | 38 | 262,000 | 17 | 672,000 | 45 |
Bosna 1875- 78 | 245,000 | 35 | | | 449,000 | 65 |
Balkan Savaslari 1912- 13 | 813,000 | 35 | 632,000 | 27 | 870,000 | 38 |
Kirim 1772 | 100,000 | | | | | |
Guney Kafkasya 1827- 29 | 26,000 | | | | | |
Kirim 1854- 60 | 225,000 | | 75,000 | | | |
Kafkasya 1864- 67 | 800,000 | | 400,000 | | | |
Guney Kafkasya 1877- 78 | 70,000 | | | | | |
Anadolu | | | 2,736,000 | 19 | 11,619,000 | 81 |
Guney Kafkasya 1914- 20 | 273,000 | | 410,000 | | | |
Yonetici | Devlet | Yillar | Mülteci | Olu | Kayip |
Joseph Stalin | Rusya | 1934-39 | 13,000,000 | 15,000,000 | |
Adolf Hitler | Almanya | 1939-45 | 12,000,000 | 2,000,000 | |
Mao Tze Dong | Cin | 1966-69 | 11,000,000 + | 10,000,000 | |
Ispanyol-Kasifler | ABD | 1492-1800 | 7,000,000 | 972,000 | |
Hideki Tojo | Japonya | 1941-44 | 5,000,000 | | |
Pol Pot | Kambocya | 1975-79 | 1,700,000 | | |
Kim II Sung | K.Kore | 1948-1994 | 1,600,000 | | |
Menghitsu | Etiyopya | 1975-78 | 1,500,000 | | |
De Gaulle | Cezayir | 1954-62 | 1,000,000 | | |
Yakubu Gowon | Biafra | 1967-70 | 1,000,000 | | |
Leonid Brejnev | Afganistan | 1979-82 | 900,000 | | |
Jaan Kamb. | Ruanda | 1994 | 800,000 | | |
Ingiliz Kralligi | Avustralya | 1894-1938 | 100,000 | 719,000 | |
Savimbi | Angola | 1975-2002 | 400,000 | | |
B.Mussolini | Etiyopya-Yug | 1936 | 300,000 | | |
B.Mussolini | Danimarka | 1945 | 250,000 | 250,000 | |
Mobutu Seko | Zaire | 1965-97 | 200,000 | 250,000 | |
Charley Taylor | Liberya | 1989-96 | 220,000 | | |
Foday Sankoh | Si.Leone | 1991-2000 | 200,000 | | |
S.Milosevic | Yugoslavya | 1992-96 | 180,000 | | |
Michel Mic. | Burundi | 1972 | 150,000 | | |
Almanya | Namibya | 1891 | 15,000 | 102,000 | |
Papa Doc Duv. | Haiti | 1957-71 | 60,000 | | |
Marcos | Filipinler | | 50,000 | | |
Hissene Habre | Cad | 1982-90 | 40,000 | | |
Vladimir Lenin | Rusya | 1917-20 | 30,000 | | |
Francisco Fran. | Ispanya | | 30,000 | | |
Khomeini | Iran | 1979-89 | 20,000 | | |
Eski Yugos. | Bosna-Hersek | 1995 | 45,000 | 7,500 | |
Paul Koroma | Si.Leone | 1997 | 6,000 | | |
Augusto Pinoc. | Chile | 1973 | 3,000 | | |
Efrain R. Montt | Guatemala | | 80,000 | 2,000 | |
| K.K.Cum. | 1912-74 | 25,000 | 1,100 | |
| Yunanistan | 1923-90 | 400,000 | | |
| Bulgaristan | 1970-89 | 360,000 | | |